12 Ekim 2013 Cumartesi

Yere Batan Sarnıcı - Medusa

Yerebatan Sarnıcı diğer adıyla The Basilica Cistern...

Tarihi Yarımada'nın ortasında bulunan Yerebatan Sarnıcı, M.S 542 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray'ın su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilmiş. Suyun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamından dolayı halk tarafından Yerebatan Sarayı olarak da anılmakta. Ayrıca sarnıcın içerisinde su olduğundan dolayı nemlidir ve suların içinde balıklar yaşar.
    Kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykeltraşlık sanatının şaheser örneklerindendir. Medusa'yla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok efsane bu sarnıcı daha da gizemli kılar. Bir söylenceye göre Medusa yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona'dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılan başlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusa'nın da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği zannedilmektedir.
    Bir başka rivayete göre Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdır. Uzun zamandan beri Zeus'un oğlu Perseus'u sevmektedir. Bu arada Athene de Perseus'u sevmekte ve Medusa'yı kıskanmaktadır. Bunun için Tanrıça Athene, Medusa'nın saçlarını korkunç yılanlar biçimine sokar. Artık Medusa kime baksa, baktığı kimse taş kesilir. Daha sonra onu bu biçimde gören Perseus heyecanla Medusa'nın büyülendiğini düşünerek başını keser, başını eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok savaşlar kazanır. Bu olaydan sonra Medusa'nın eski Bizans'ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği söylenmektedir.

Yerebatan Sarnıcı Girişi



Ters çevrili olan Medusa heykeli
Yan şekilde duran Medusa heykeli








Yolunuz İstanbul'a düşerse; Ayasofya ve Sultan Ahmet'e komşuluk yapan bu sarnıcı görmenizi tavsiye ederim.

11 Ekim 2013 Cuma

Sümerler ve Yazının İcadı

SÜMERLER VE YAZININ İCADI

Öncelikle Mezopotamya'dan bahsetmek istiyorum:
     Anadolu'nun güneydoğusundan başlayan, Fırat ile Dicle Nehirlerinin arasında kalan ve Basra Körfezi'ne kadar uzanan bölgeye İlkçağ'da "Mezopotamya" adı verilmiştir. Göç yolları üzerinde bulunması, ikliminin uygun, topraklarının verimli olması ve sulama olanaklarına sahip olması nedeniyle dışardan pek çok kavim buraya gelip yerleşmiş ve bu bölge sık sık işgale uğramıştır.
     Mezopotamya'nın siyasi tarihi M.Ö. IV. binlerde kuzeydoğudan bölgeye geldikleri tahmin edilen Sümerler ile başlar. Mezopotamya ile Anadolu arasında ulaşımın uygun olması, iki bölgenin üretimlerinin birbirlerinin gereksinimlerini karşılayacak şekilde olması nedeniyle ticari ilişkiler yoğundur.



-SÜMERLER (M.Ö. 4000. yılının ortalarından itibaren Mezopotamya’da insanlık tarihinin en eski ve en temel medeniyetini yaratmış kavimdir.)

  • Mezopotamya'nın temelini atmışlardır.
  • Bilinen en eski merkezleri Uruk'tur.
  • Sami olmayan bir topluluk tarafından kurulmuştur.
  • Tarihteki ilk yazıyı bularak tarih çağlarını başlatmışlardır.
  • İnsan topluluklarının ilk siyasi örgütlenmesi olan kent devletlerini kurmuşlardır. Bu şehir devletlerinin başında dinsel ve siyasal güce sahip "patesi" adı verilmiş krallar bulunurdu.
  • Tarihteki ilk yazılı hukuk kurallarını ve ilk yasalarını Lagaş Kralı Urgakina yapmıştır. Sümer yasaları fidye esasına dayalı olduğu için insancıldır.
  • Bilime ve uygarlığa önemli katkıları olmuştur:
    Ay yılı esaslı takvimi bularak, günü 12'şer saatlik kısma ayırmışlardır. Aritmetik ve geometrinin temelini atmış, alan ve hacim hesaplarını yazmış, ikinci ve üçüncü dereceden denklemleri çözmüşlerdir.
  • "Gılgamış, Yaradılış ve Tufan" destanları ile edebiyatın ilk örneklerini oluşturmuşlardır.
  • Dinleri dünyevi olup ahiret inançları yoktur. Tanrılarının yüksekte olduğunu düşündükleri için tapınak olarak "ziggurat" adı verilen yüksekten kuleler yapmışlardır. Bu tapınakların en üst katından tanrılarını gözlemleyip, ilk astronomi çalışmalarını başlatmışlardır.
  • M.Ö. 3500- 4000 yıllarında tekerleği bulmalarıyla insanların hayatında dönüm noktası olmuştur.
  • "Ur Nammu" adlı bir Sümer lideri tarafından ilk kez kadın ve erkeğin aynı maaşı alması için çalışmalar yapılıp, yazılı hale getirilmişti.
  • İnançları gereğince şehirlerinin başında En, Ensi,Lugal adı verilen yöneticiler olup, her şehrin bir tanrısı olurdu ve toplumlarında hiyerarşi ile işler yürütülürdü.
  • Siyasi olarak bir bütünlük sağlayamamışlardır.
  • Varlıklarına Samiler (Araplar) son verip, yerine Akadları kurmuşlardır. Fakat Sümerlerin oluşturdukları kültür ve dil; Akadlarda ve Asurlularda uzun bir süre devam etmiştir.


Tarih yazıyla başlar...

İnsanların hayatında önemli bir dönüm noktası olup, olaylar kaydedilmeye başlandığı için tarihin başlangıcı olarak kabul edilir.İnsan hayatının sorunlarını, tecrübelerini gelecek nesillere aktarmak için çivi yazısını icat etmişlerdir. Bunun için ilk yazı örnekleri M.Ö. 3300 yıllarında Sümerlerin Uruk şehrinde bulunmuştur. İlk yazı, yaş kil tabletler üzerine ucu sivriltilmiş çubuklarla varlıkların resimleri yapılmıştır. Daha sonrasında ise yazı ticaret amaçlı Mezopotamya'dan diğer kavimlere yayılmıştır.
Dini inançları, şiir sanatı vb. gibi dilinin etkisi çivi yazısıyla diğer uygarlık kavimlerine, yani
Akkadlara, Mısırlara, Elamlara, Hindistan’a ulaşmış ve daha sonra ortaya çıkan uygarlıklara, dinî inançlara esas ve maya olmuştur.

Çiftçiler, ürünlerini tapınaklara verdiklerinden memurlar bunları piktograf denilen basit resimlerle kayıt altına alıyorlardı. Rakamlar, hilal ve daire şeklinde gösteriliyordu. Yazıların önemli bir kısmı çiftçilikle ilgiliydi. Hayvanların kafaları çizilerek hayvanlar, bitkilerin resimleri çizilerek bitkiler anlatılıyordu. Duyu organları çizilerek duygular anlatılıyordu. Daha sonra resimler yerlerini şekil ve sembollere bıraktı.


Çivi Yazısı: U
çları çivi biçimindeki çubuklarla ya da kamışlarla yaş kayaların ve kil tabletlerin üzerine resimler, şekiller, semboller yaparak yazı yazmışlardır. Hem kullandıkları aletler hem de yazılar çiviye benzediği için bu yazı türüne çivi yazısı dendi. Kelimelerde geçen aynı sesleri aynı şekillerle ifade etmeye başladılar ve çivi yazısı böylece gelişme gösterdi. Çivi yazısı 3000 yıla yakın bir süre kullanılmıştır. Aynı zamanda Akkadlar, Elamlar, Hititler tarafından da kullanılmıştır. Çivi yazısı 1844 yılına kadar çözülememiştir. Fakat uzun bir çalışmanın ve uğraşın sonunda, Henry Ravlinson adlı İngiliz subay bu yazıyı okumayı başarmıştır.